Hayat, bazen insanlara beklenmedik darbelerle gelir. Bu darbelerden biri de Yılmaz Koçak’ın hayatında yaşandı. Geçtiğimiz günlerde kaybettiği eşi, hiçbir şeyin altından kalkamayacağı yükü yükledi ona. Yılmaz, eşi Sevda'nın aniden vefatından sonra derin bir acı ve hayal kırıklığı içerisinde kaldı. Ancak, acısının yanında sakladığı büyük bir sır da var. "Doktora gitti, gelecek diyorum" diyerek yaşadığı bu trajedinin ardındaki anlamı sorgulayan Yılmaz, neden bu büyük sırrı yıllarca gizlediğini dayanaklarını paylaşıyor.
Yılmaz, eşi Sevda ile 20 yıllık bir evlilik hayatına sahipti. Birbirlerine olan bağlılıkları bütün çevreleri tarafından biliniyordu. İyi bir eş, baba ve bir aile adamıydı Yılmaz. Ancak, evliliklerinin ilk yıllarında Sevda'nın sağlık sorunları başladı. Uzun süre doktora giden Sevda, sonuçların her seferinde beklenmedik şekilde farklı çıkması sonucunda Yılmaz ile birlikte büyük bir korku yaşamaya başladı. Yılmaz, "Hep bu süreçte benim için bir şey değil; Sevda'nın sağlığı her şeyden önemliydi" dedi.
Sevda'nın sürekli doktor ziyaretleri ve sağlık problemleri, zamanla evliliklerini de etkiledi. Yılmaz, bu durumun getirdiği psikolojik baskıyla mücadele ederken, kendini de ihmal ettiğini fark etti. "Sevda'nın yanımda olmasını istedim, ama ona yeterince destek olamadığımı düşündüm," diyor Yılmaz. Ancak bu acı dolu süreçte, Yılmaz'ın sakladığı sır, bir şekilde daha da derinleşti. Eşinin sağlığıyla ilgili kaygıları birbirine katılırken, Yılmaz'ın dondurucu gerçekleri görmezden gelmesine neden oldu. "Doktora gitmek, bana onun döneceğini ve uygun bir yaşam süreceğini düşünmek gibi geliyordu," diyor Yılmaz.'
Sevda'nın vefatının ardından Yılmaz, kaybedilen zamanın ağırlığı altında ezilmeye başladı. Kendi içindeki mücadele ve eşine olan özlemi, onun sırlarını açıklamak için doğru zamanı beklemesi gerektiğini düşündürdü. Ancak, bir gün Sevda'nın bir gün dönüp geleceğini umduğu, o derin inançla yaşamaya devam etti. "Herhangi bir gün geri gelir gibi hissediyorum. O yüzden doktora gitti, gelecek diyorum," şeklindeki söylemi, Yılmaz'ın içsel yaralarının ne kadar derin olduğunu göstermekteydi.
Bu sır, depresyon, kaygı ve suçluluk gibi karmaşık duygularla doluydu. Yılmaz, evdeki eşyalarla dolup taşmış olan ruh halini yönetmeye çalıştı. "Zaman geçtikçe daha da ağırlaştı. Ama onun her an geri geleceğine dair umudumu kaybetmedim," diyor. Duygusal yük için destek almak, Yılmaz için zor olsa da, aslında içinde bulunduğu durum için bir adım atmak anlamına geliyordu. Sevda'nın eşyalarını toparlayarak, ona olan bağlılığını bir nebze olsun azaltmaya çalıştı. Ama her eşyayı eline aldığında, "Buna aitti, bunu bilmeli, bu yüzden onu beklemem gerekiyordu," düşünceleri içinden çıkamadığı bir yol oldu.
Halk arasında öyle bir inanış var ki; "Kayıp bir kişi, yıllar geçse de, bir gün geri döner." Yılmaz, bu inancı kalbinde taşıdı. İnandığı bu gizemli hayal, onu yıpratan koşullar içerisinde bir tür teselli kaynağı haline geldi. Ancak ailesinin, arkadaşlarının ve çevresinin endişeleri de giderek artmaktaydı. Herkes, Bir gün Sevda'nın dönmesini beklemenin mantıklı olup olmadığını sorguluyordu. Yılmaz ise her seferinde "Yanılabilirim ama beni yalnız bırakma," diyerek hem kendine hem de çevresine cesaret vermeye çabaladı.
Dolayısıyla kayıplarının yansıması olarak Yılmaz, güç bulmak, yaşamak ve hayattan başka kapılar açmak adına anılarını koruma kararı aldı fakat içinde kaldığı karanlık dünyadan bir türlü çıkamadı. Bu zamana kadar sakladığı sır, bir gün gerçekler ışığında gün yüzüne çıkabilecekti. Sevda’nın kaybının ardından yıllar geçse de, Yılmaz onun her anını hatırlamaya devam etti; çünkü her kayıp, içimizde bir boşluk bırakır. "Doktora gitti, gelecek diyorum" inancı, Yılmaz'ın gizemli öyküsünün can alıcı noktasıydı.
Sonuç olarak, Yılmaz’ın hikayesi sadece kaybın acısıyla değil, umudun ve sevginin gücüyle de derinleşiyor. Sevda'nın adı sürekli Yılmaz’ın zihninde dönmeye devam ederken, o, diğer yandan daha iyi bir ümit ışığı arayışında. Acılı bir babanın bakış açısının bir yansıması olarak, kaybedilenlerin ardından nasıl bir hayat sürülebildiğini ve geleceğe nasıl umutla bakıldığını gözler önüne seriyor. Bu, sadece bir babanın değil, hayatta kaygıları olan herkesin hikayesi. Anılarımızı nasıl yaşattığımız üzerinde durmamız gereken pek çok derin anlam taşıyor.